Kınalık, Kafkaslar’ın en yüksekte bulunan köyü. Azerbaycan’a gelen turistlerin mutlaka uğradığı yerlerden biri. Her ne kadar oraya gittiğimde tek turist ben olsam da burası hakkında birçok bilgi gerek turizm ofisleri gerekse internetten bulunabiliyor. Gelelim Kınalık macerama:
Bakü’den Kınalık’a gitmek için öncelikle Kuba’ya gitmek gerekiyor. Kuba dolmuşları diğer birçok şehir dışı otobüsün de kalktığı Avtovağzal’dan kalkıyor. Kafkaslar’da eğer ki otogarı arıyorsanız “Avtovağzal” demeniz yeterli. Muhtemelen Rusça’dan gelen bu kelime herkes tarafından anlaşılıyor. Tıpkı Türkiye ve diğer birçok ülkede olduğu gibi burada da otobüs terminalleri bir cehennem bir kaos. Her ne kadar Türkçe konuşsam da herkesten ayrı bir laf. Kuba, Azerice Quba şeklinde yazıyor ve bu ismin yazdığı yere gittiğimde bana otobüsün ta öbür uçta olduğu söylendi. Otobüse ulaştığımda ise bilet almam gerektiği, bilet almam için de saçma sapan yerlere gitmemi söylediler. Binaların arasında dolaşırken şans eseri düzgünce Türkçe konuşup anlayabilen birinin yardımıyla terminalin en dibinde bulunan binaya yöneldim. Biletleri alabilmek için terminale girince en sonda bulunan binaya girip orada da sol tarafa yönelmek gerekiyor. Önce Türkiye’ye giden otobüs şirketlerinin büroları ardından “Kassa” yazan küçük gişeler görünüyor. Kassaların her biri ayrı yer için bilet satıyor; doğru yeri bulabilmek için sormaktan başka çare yok. Ne numara, ne düzgün bir sıra... Kimseyi kaynatmadan bileti alabilmek büyük bir başarı. Merak etmeyin, otobüse 5 dakika bile kalsa hatta zamanı gelmiş olsa bile bilet alabilirsiniz. Genel olarak hiçbir şey zamanında harekete geçmiyor. 4,65 Manat’a Quba biletimi aldım ve doğruca otobüse gittim. Otobüse binince tüm gözler bende. Hem şortluyum, hem kulağımda küpe hem de yuvarlak gözlük ve şapkamla bir Azeri’nin alışık olmadığı bir tipteyim. Zaten Azerbaycan’da çok ilginç bakışlara maruz kaldım. Bunun da en büyük sebebi büyük ihtimalle dizimin üzerinde şort giymemdi. Bu ülkede şort giyen erkek görmek çok olağan bir durum değil, gördüklerim de kapri tarzı giyiyordu. Her ne kadar kadınlarını Türk evlilik programlarında çok süslü görsek de dikkatli bakınca süslülerinin de çok açık olmadığını fark ettim.
Otobüs deyince aklınıza bizim otobüs şirketlerinin klimalı, ikramlı otobüsleri gelmesin. Burada otobüs eğer kalabalıksa koridor kısmına koltukların açıldığı, yolda sallana sallana giden, tamamen açılan pencereler ile serinleyen, kulak uğultusundan uyutan cinsten. Koridora denk geldiyseniz ve çok çantanız varsa yandınız, ne şanslıyım ki benim bu seyahatimde genel olarak en rahatsız yerler denk geldi. Yol 3 saatlik bile olsa illa ki bir kez duruluyor. Koridorda olunca herkes inebilsin diye koridorda oturan tüm çantalarını da toparlayarak çıkmak zorunda kalıyor. Herkesin keyfi bitince ancak oturabiliyorsun.
2 saati aşan yolculuk sonrası Kuba’ya vardım. Bazen doğaçlama takılınca çok daha iyi oluyor. Yine durduk yere otobüste önümde oturan genç çocuk şans eseri arkasını dönüp benle konuşmaya başladı. İner inmez bana ucuza bir taksici ayarladı ve Kınalık’a kolayca gitmemi sağladı. 50 Manat’a taksici beni Kınalık’a getirip götürdü gezdirdi. Azeriler’in sürekli indirim yapıp Türk olmasam bu indirimi yapmayacağını söylemeleri bazen samimi gelse de bazen de bu yolla kazıklıyorlarmış gibi geldi. Bilemeyeceğim artık ama taksi şoförünün anlattığına göre şu an ülkeyi sarmış durumda olan Arap turistleri bayağı kazıklıyorlarmış. Bana 50 Manat’a anlaştığı bu yoldan bir keresinde bir Arap aileden 250 Manat istemiş.
Kuba’dan Kınalık’a gitmek 1 saatten fazla sürüyor. Kafkas dağlarında doğayla iç içe bir yolculuk. Bu yolu daha önce gitmemiş biri ile gitmek cesaret ister. Taksi şoförü bile bu yolda çalışmaktan korktuğunu, turistin sorumluluğunu pek almak istemediğini söyledi.
Kınalık’a gelince hava da biraz değişiyor, serinleşiyor. Taksiden iner inmez beni bir çocuk grubu karşıladı. İçlerinden Sadi bir anda beni gezdirmeye başladı. Mısır tecrübemden dolayı bunun bir turist kazıklama yöntemi olduğunun farkındaydım ama nedense çocuğun masumluğuna hayır diyemedim, akışına bıraktım. Köy ülkenin en kuzeyinde, en tepede, şehirden uzakta bulunmasına karşın oldukça canlı, hala geleneksel yaşamın sürdüğü bir yer. Köydeki müzenin de anahtarları çocukların elinde. Sadi, hemen bir kız arkadaşına seslendi; kız koşarak gelip müzenin kilidini açtı. Müzede Rus döneminden kalma kimlikler, çeşitli fotoğraflar, el üretimi ayakkabılar, testiler vb. birçok geleneksel ürün bulunmakta. Hele bir de bir ayı heykeli var ki Sadi illa beni onla fotoğraf çekmek istedi, kolumu ayıya sardırarak bana poz verdirdi.
Müzeden çıkınca Sadi bana peynir almak isteyip istemeyeceğimi sordu. Ben de bir peynir canavarı olarak bu köyün peynirini seve seve tatmak istedim. Doğruca beni evine götürdü. Köyün en tepesindeki evlerden birinde, altın dişli annesi bana bir tabak peynir çıkartıp tattırdı. Biraz tuzlu keçi peynirine benziyordu. Tadımlık da yeterdi ama annesinin masumiyetine dayanamayıp 3 parça istedim. Ne kadar olduğunu sorduğumda kadının “Gönlünden ne kadar koparsa.” benzeri bir cevap verip yüzündeki samimi gülümsemeye karşılık bir 5 Manat verdim.
Köyde bir de ev müzesi bulunuyor. Sadi beni bir de oraya götürdü. Normalde yaşanan bir evin bir odasını müzeye çevirmişler. Masa, sandalye, koltuk ve çeşitli fotoğraf ve eşyalar ile oradaki bir evin nasıl olduğunu görme fırsatı sunuyor. Evin halkı tarafından da büyük ilgiyle karşılanıp aşağıya doğru indik. Bu seyahatimde karşılaştığım ve kaşınarak fark ettiğim buradaki ısırgan otlarının biraz da farklı olduğuydu. Daha iri yapraklı bu bitkiler bizimkilerden daha çok acı verip kaşındırıyor.
Köy bayağı yüksekte bulunduğu için tarım pek yok, onun yerine hayvancılık yaygın. Zaten etrafı koskoca dağlar, dağların üzeri sadece ot. Köy halkı gündüz kamyonetlerle gidip otları biçiyor, sonra o otları bir araya getirip hayvanlarına yediriyor. Ayrıca köyün hemen alt tarafından akan nehir ve kocaman yatağı sürülerin gezinme alanı. Bir sürü bile o kadar kalabalık ki birçok sürüdeki hayvanın köyün neresine sığdığını anlamak mümkün değil. Taksici, bir zamanlar bu sürülerin ülkedeki iki büyük beye ait olduğunu, onların himayesinde yetiştirildiğini belirtti.
Sadi beni taksiye kadar geçirdi. Belki benden biraz para bekledi ama zaten peynire değerinin çok üstünde bir para verdiğim için hiçbir şey vermedim. O apayrı bir hayat yaşıyordu, biz çok farklı. Acaba beni nasıl görüyordu çok merak ettim. Onunla biraz konuştuğumda köyde aslında Azerice’den farklı bir dil konuşulduğunu öğrendim. Okulda Azerice öğreniyorlarmış. Bu kadar izole bir yerde kendi kültürlerini koruyabilmiş olmaları da gerçekten takdir edilesi. Taksi şoförünün söylediğine göre ki bana biraz abartı geldi. Yurt dışında dilbilimciler bu dili öğrenmeye geliyorlarmış; 3 ayda ancak bir kelime öğrenip ülkelerine geri dönüyorlarmış.
Planım Kuba’da bir gece kalmaktı. Şans eseri taksici Kınalık’tan Kuba’ya dönerken arabaya başka bir müşteri daha aldı. Kuba’ya gidene kadar konuşa konuşa adam beni Kuba’da kalmamaya ikna etti. Halbuki ben Kuba baklavası tadacaktım. Doğrusunu söylemek gerekirse adam bana “Gel beraber Bakü’ye geçelim.” deyince ben de sandım ki kendi arabası var, onla geçeceğiz. Meğerse derdi farklıymış. Azerbaycan’daki hoş şeylerden biri de bazı bölgelerde paylaşımlı arabaların bulunması. Taksi gibi ama 4 kişilik yer dolunca kalkıyor ve tek kişi isen geri kalan kişileri senin doldurma gibi bir sorumluluğun yok. Ben bedavaya gideceğimi hayal ederken bir anda adamla, arabanın dolması için şoförün “Baku!” diye bağırmasını yarım saat dinledik. Ve normalde dolmuşla dönsem 4 Manat ödeyecek iken 10 Manat ödemek zorunda kaldım; neyse ki yaklaşık 2,5 saatte vardık. İki şeritli yolda sürekli soldan giden araçları hızımızla taciz ederek bu mümkün oldu tabii. Acaba Bakü’de de kalmasam diye düşünürken otobüs seferleri için www.bbak.az ‘ya baktım ve kendimi yine Bakı Beynəlxalq Avtovağzalı’nda buldum. Gence’ye son bir otobüs vardı. O halde durmak yok, yola devam…
Comentários