Gürcistan’ın başkenti olan Tiflis, Kafkaslar’ın merkez şehri olarak tanımlanabilir. 1 milyon nüfusu, biraz karmaşası, canlılığı, turistik merkezleriyle gidilmeyi ve 3 gün vakit geçirmeyi hak eden bir şehir. Gürcistan’a Türkiye’den direkt kimlikle uçulabiliyor, her gün THY ve Pegasus‘un İstanbul ve direkt uçuşları bulunmakta. Ben Fransız pasaportu ile seyahat ediyorum. Fransızlar’a da vizesiz giriş hakkı bulunmakta. Benim gibi Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan turu yapanların mutlaka uğradığı şehre ben de Azerbaycan’ı tamamlayınca geçiş yaptım. 2,5 günde şehri gezip tekrar geri dönme planıyla Ermenistan’a geçiş yaptım.
Azerbaycan’ın Qax şehrinden saat 10.30 bindiğim dolmuşla 5 saat civarında yolculuk sonrası Tiflis’e vardık. Dolmuşta yer olmadığı için taburede oturarak, sırt ağrısıyla geçen yolu, ben ve diğer 2 turist sınır kapısında bir yarım saat daha uzattık. Azeriler ve yabancılar için ayrı kuyruk olunca dolmuştaki herkes bizden önce sınırı geçmişti. Toplamda herhalde en az 1 saatimizi sınır kapısında harcadık. Sınırı geçer geçmez karşımıza çıkan dana sürüleri de lezzetli yemeklerin habercisiydi.
Tiflis’e indiğimde bir anda kendimi, internetsiz, nereye gideceğimden bir haber, karmaşanın içinde buldum. Neyse ki Metro otobüs şirketinin görevlisi Türkçe biliyordu, hostelime gidebileceğim otobüslerin durağının yerini gösterdi. Hafiften yağmur başlamıştı, otobüs şoförü beni bayağı yanlış bir yerde bıraktı ve ben de çamurlu ayaklarla ıslana ıslana bri telefoncu bulup kendime hemen bir hat satın aldım. 2 Haftalık, 5 GB internet, Whatsapp ve Facebook bedava olan bir pakete 13 Lari ödedim. Benim vardığım gün 1 Lari yaklaşık 2 TL civarındaydı.
Otobüs şoförü o kadar yanlış yere indirmişti ki taksi tutmak zorunda kaldım. Gerçekten internetin bu kadar yaygın olmadığı zamanlarda nasıl seyahat ediyorlardı bilemiyorum, takdir etmek lazım gerçekten.
Seyahatimin en ucuz hosteli olan Downtown Hostel’e bir geceliğine 15 TL ödedim. Parasını düzeyinde bir yerdi gerçekten, tıkış tıkış ranzalar, yatak yayları sırtıma batıyordu, hele banyonun pisliği… Hatta bir keresinde tuvaleti tıkadım ve çaktırmadan oradan uzaklaştım. Neyse ki geri döndüğümde becerikli ve iğrenmeyen biri düzeltmişti.
Hostelim şehrin Chugureti bölgesinde bulunuyordu. Bu bölge geceleri oldukça karanlık, genel olarak halkın yaşadığı, sakin ve bir o kadar da tarihi bir bölgeydi. Muhtemelen Rus döneminden kalma binaların genel özelliği birkaçının ortak kullandığı avlularının olmasıydı. Sokaktan arabanın girebileceği şekilde boşlukları olan binaların bu avlusu bir bakıma park sorununu çözüyordu. Aynı zamanda mahalle kültürünü de devam ettiriyordu bence. Zaten kaldığım hostel de bu avlunun içindeki küçük tek katlı teraslı bir evcik idi.
Gezmeye şehrin karşı yakasına geçerek başladım. Şehirden Kura Nehri akıyor ve şehri ikiye ayırıyor. Kura Nehri, Kars’tan doğuyor ve Hazer Denizi’ne dökülüyor. Yaklaşık uzunluğu 1572 km imiş. Nehrin üzerine birçok köprü inşa etmişler ama bunlar arasında en farklısı sadece yayalara açık olan Barış Köprüsü. 2010 yılında yapılan köprü çelik ve camdan yapılmış ve tam 30 bin Led ışıkla donatılmış. Gürcistan’ın yöneticisi Mikheil Saakashvili’ye göre bu köprü geçmişten gelen ülkenin parlak geleceğini simgeliyormuş.
Hem turizm ofisi ile görüşmek için hem de şehrin asıl meydanından gezmeye başlamak üzere Özgürlük Meydanı’na doğru ilerledim. Özgür Meydanı altın rengi heykeli ile dikkat çekiyor. Bu heykelin adı Özgürlük Anıtı olarak da geçiyor ama daha çok Aziz George Heykeli olarak biliniyor. Tıpkı Azerbaycan’da olduğu gibi burada da alt geçitler oldukça yaygın ve onları kullanmadan karşıya geçmek biraz imkansız. Ama Gürcü alt geçitleri gerçekten girilmeye değer. İçleri oldukça canlı, minik minik dükkanlar, fırınlar, baharatçılar; almaya değer bir şey olmasa bile şehirde canlılığı görmek bana iyi geliyor.
Tabi karnım acıktı. Azerbaycan’dan gelirken dolmuşla durduğumuz yerde inatla Haçapuri de yemedim, dolmuştaki Azeriler de paramın olmadığını sanıp üzülmüşler. Ama bilmiyorlardı ki ben o hakkımı kocaman bir Haçapuri’ye ayırdım.
Haçapuri, Gürcistan’ın milli yemeği olarak kabul edilebilir. İçi peynir dolu hamur olarak tanımlıyorum ben kısaca. Kahvaltılık olanlar daha küçük boyutta sıcak sıcak kare şeklinde. Ana öğün olarak yenilenler ise oldukça büyük, "Ben bunu nasıl yerim?" diye düşünürken bir anda bitirebiliyor insan. Peynir olarak genelde İmeruli ve Sulguni kullanılıyor. Lezzetin kaynağı da sıcakla birlikte hafif eriyik kıvamda bulunan bu peynirler. Sadece içi peynirli olana İmeretian, hem hamuru hem üstü peynirli olana Megruli deniyor. Bir de şişe sarılarak pişirilenler de varmış ama benim ilk tercihim Imeratian oldu. Megruli’yi, İstanbul’da tatmıştım.
Imeretian Haçapuri, önüme kocaman bir pizza büyüklüğünde geldi. Acaba yanında başka bir şey yesem mi diye düşünürken bu fikirden vazgeçmem gerektiğini fark ettim. Yumuşacık, kabuğu hafif çıtır hafif kıtır, içi yumuşacık peynir. Çok lezzetliydi ama açıkçası Megruli’yi tercih ederim. Bir yerden sonra kuru gelmeye başladı ve sanki hamurunda tüp gaz kokusu gibi bir aroma vardı. Muhtemelen mekanın pişirme yönteminden dolayı böyle idi. Gittiğim mekanın adı Abajuri idi ve bir takipçimin sakin ve uygun fiyatlı olduğunu söylemesi üzerine buraya gittim. Ama paramızın değer kaybetmesinden dolayı her şeyin fiyatı beklentimin üzerindeydi. Haçapuri’ye 23 TL ödeyerek oradan ayrıldım K. Abkhazisi Caddesi’nden aşağı doğru sallandım.
K. Abkhazisi Caddesi turistler için muhteşem. Güzel restoranlar, hediyelikçiler ve birkaç tarihi yapı… Caddenin en aşağı taraflarında bulunan Sion Katedrali şehrin en önemli yapılarından biri. 6. yüzyılda yapılan kilise, 2004 yılında Tirinite Katedrali inşa edilene kadar Gürcistan’ın ana Ortodoks Kilisesi olma özelliği taşıyormuş. Ülke din konusunda biraz katı kurallara sahip. Bu kiliseye girer girmez bunu fark ettim. Asla ve asla şort ile içeri almıyorlar. Kadınlar başını örtmek zorunda, erkekler şapka takamıyor. Bazı kiliselerde bacak ve kol örtmek üzere kumaş parçaları konulmuş ancak olmayanlarda içeriye girme şansım da bulunmadı. Örneğin Sioni Katedrali’nin hemen üst tarafında yan yana bulunan iki kiliseye girme fırsatım olmadı. Bu kiliseler Jvaris Mama & Norashen Surb Astvatsatsin Kiliseleri.
Tiflis’te ikinci günüme tabii ki hamur ile başladım. İlk durağım olan Tirinite Katedrali’nin tam karşısındaki fırından bu sefer içi fasulyeli bir hamurişi. Burada fasulyeye Lobio deniyor. Zaten Gürcistan oldukça tursitik bir ülke olduğu için “Beans” yazan hamurişinden ne yediğimi anlayabilirsiniz. Püre kıvamında ezilmiş fasulyeler hamura gerçekten çok yakışmıştı. Hamur da hafif çıtır, taze ve sıcacık çok lezzetliydi. Gürcistan’da amcalar ve teyzeler oldukça göbekli. Bence sebebi de bu lezzetli hamurişleri. Ben de seyahatim boyunca bunlara “Haçapuri göbeği, Haçapuri poposu, Haçapuri kolu” diyerek kendi kendime eğlendim.
Tirinite Katedrali, Kafkaslar’ın en büyük kilisesi olma özelliği taşıyor. 1989 yılında yapımına karar verilip 2004’te hizmete açılan kilise, Gürcü Hıristiyan halkın merkez kilisesi olma özelliği taşıyor. Eskiden Sion Katedrali bu konumda imiş.
Tirinite Katedrali ile aynı yakada bulunan, bence konum bakımından en havalı kilise ise Metekhi Kilisesi. Şehre girer girmez ilk gözüme bu kilise çarpmıştı. Kura Nehri yanında yükselen kayalıkların köşesinde, şehre kuş bakışı hakim bir seviyede. Bu kilisenin kökeni 5. yüzyıla dayanıyor. Kral Vakhtang Gorgasali ülkenin başkentini Tiflis’e taşıdığı sırada buraya da bir kilise yaptırmış. Kilise yıllar boyu değişik amaçlara hizmet etmiş. Rus işgali sonrası kışla olarak, Sovyet döneminde hapishane, ardından tiyatro olarak kullanılan yapı en sonunda tekrar kiliseye dönüştürülmüş. Hala eski zamanıdan kalma taş zemin ve duvarın kalıntılarını görmek mümkün.
Kilisenin hemen aşağısında Rike Park bulunuyor. Bu parkın içinde yürürken anlayamasam da 10 hektarlık alanı yürüyüş yolları ile Gürcistan’ın bölgeleri şeklinde ayırmışlar. Gürcistan’ın genel olarak her köşesinde karşıma çıkan ilginç heykellerin burada da kayda değer olanları bulunmaktaydı.
Rike Park’a gelmişken hemen teleferiğe bindim. Tiflis’te bir turist için genel olarak çok lazım olmasa da iki hattan oluşan bir metro ağı bulunmakta. Metroyu kullanmak için öncelikle 2 GEL’e Metromoney Card çıkartmak gerekiyor. Metroda tek geçiş için 0,50 GEL ödeniyor. Metro sabah 6’dan geceyarısına kadar işliyor. Metroda gelecek istasyonu söylemek için “Şemduki stadguri” deniyor, herhalde “şimdiki” den geliyor. Teleferiği kullanmak için de yine Metromoney Card kullanılıyor. Aslında şehirde iki teleferik bulunmakta. Biri televizyon kulesi ve bir lunaparkın olduğu alana çıkan Vake Park teleferiği; öbürü ise Rike Park’tan kalkan Gürcü Annesi Heykeli’ne doğru çıkan teleferik. Ben yalnızca ikinci teleferiği kullandım. Bu teleferik 2.50 GEL ödeyerek tek yön kullanılabiliyor. Ben de yine teleferikle dönerim diye fazladan yükledim, yürüyerek döndüm ama kalanı da diğer kullanımlarım için yetti de arttı bana. Öbür teleferikte ise tek yön ücreti 1 GEL.
Teleferikle çıkılan alan şehri izlemek için en güzel alan diyebilirim. Çıkılan yerin biraz aşağısında Narıkala Kalesi bulunuyor. 4. yüzyıldan beri bulunan kale 7. yüzyılda Moğollar tarafından Farsça Küçük Kale anlamına gelen”NarinQala” adını almış. Biraz da yukarı tırmanınca Gürcü Annesi Heykeli bulunuyor. ? yılında dikilen heykel şehri korumayı simgeliyor. Kadının bir elindeki kılıç şehrin güvenliği için tüm kötülüklerle savaşılacağını, diğer elindeki şarap bardağı da halkın misafirperverliğini sembolize ediyor.
Heykelin bulunduğu yerden şehre değil de arka tarafa baktığımda kocaman yeşillik bir alan gözüme çarptı. Meğerse orası Gürcistan Ulusal Botanik Bahçesi imiş. Eskiden botanik sevdalısı biriydim, bu yok olmadı ama başka ilgi alanları da eklenince biraz geri plana atıldı diyebilirim. Yine de gitmek istedim. Giriş ücreti ?. Açıkçası bilseydim eğer girmezdim. Çünkü içeride ağaçlar hakkında hiçbir bilgilendirme yazısı yoktu. Yalnızca ormanın içerisinde yürüyormuş gibiydi. Aslında park Kuzey Amerika, Uzak Doğu, Himalaya, Gürcistan Koleksiyonları gibi bölümlere ayrılmış konumda. Ama bunları gezerken fark edebilmek pek mümkün olmuyordu. Biraz şelalenin yanında dinlenip doğruca bahçenin alt kapısından çıktım. Belki de sırtımdaki kocaman çantadan dolayı sıcakta parkı gezmek çekilmez hale gelmişti.
Botanik Park’ın çıkışında bulunan Cuma Camii, kızıl tuğla kaplaması, dikdörtgen planı ve 8 köşeli minaresi ile bizim camilerimize göre oldukça farklı. Camiye girer girmez beni Erdoğan’ın sesi karşıladı. Cami görevlisi telefonundan Erdoğan’ı dinliyordu. İçeride Türkçe konuşma sesleri vardı, sanırım Azeriler ilgileniyordu cami ile. Mavi renk ağırlıklı süslemeleri olan cami genel seyahatlerimdeki gibi serinleme merkezi işlevi gördü.
Caminin de biraz aşağısında Hamamlar bulunuyor. Biraz seviyesi günümüzde aşağıda kalmış olan binaların yuvarlak çatıları turistler için fotoğraf çekilme noktası konumunda. Hamamlar hala hizmet veriyor. Zaten beyaz havluları beline bağlamış Haçapuri göbekli amcaları görünce çalışıp çalışmadıklarını hemen anladım. Sözde buradaki mineralli sular özellikle sülfür bakımından oldukça zenginmiş, şifa için buraya geliyorlarmış.
Karnım acıkmaya başlayınca doğruca Dadian Caddesi’nde bir önceki gün gözüme kestirdiğim Veliaminov adlı restorana gittim. Bu sefer sıra Hınkal ve Ostri’de. Hınkal, Gürcü Mantısı; Ostri ise domuz veya dana etiyle yapılan sulu et yemeği. Bu iki yemeğin de en çekici yanı taze kişniş kullanılarak yapılmış olmaları. Hınkal oldukça bohça şeklinde büyük bir mantı ve kibar kimseler dışında boğumundan tutularak elle yeniyor. Hınkalı ustaca yemek biraz zor. Çünkü sıcakken elle tutması biraz zor, kayabiliyor; ama asıl uğraş mantının içindeki suyu dökmeden yiyebilmek. Pişen kıymalı harç ve kişnişin tadı bu suya geçmiş oluyor, asıl lezzet burada. O yüzden yapılması gereken ısırıp dudağı çekmeden suyu da emmek. Sonra da ısıra ısıra zevkini çıkarmaya devam etmek. Genel olarak insanlar tuttukları kısmı yemeden bırakıyor, ama ben onları da mideye indirdim. Ostri’yi ben ilk İstanbul’da yemiştim ve bayılmıştım. Buradaki daha da güzeldi. İri dilimler halinde doğranmış domuz etleri ? ile pişiriliyor. Servis ederken de üzerine yine taze kişniş kesiliyor. Bu restoranı mutlaka öneririm, tek kelimeyle muhteşemdi. Yalnızsanız ve Hınkal denemek istiyorsanız tek sorun en az 5 tane söylemek zorunda olmanız, ama bu her yerde genel olarak böyle.
Bir şehri ziyaret ediyorsam mutlaka gittiğim iki müze tipi var: Modern Sanat Müzesi ve Ulusal Müze (Arkeoloji, Tarih, Etnografya olabilir, hangisi daha kapsamlı ve önemli ise). Bu iki müze de Tiflis’te Rustaveli Caddesi’nde bulunuyor. Rustaveli “The Knight in the Panther’s Skin” adlı şiiriyle meşhur bir şairmiş. 19. yüzyıldan beri ayakta olan cadde M.S.Vorontsov ülkenin başında iken şehre kazandırılmış. Caddede meclis, bakanlıklar, üniversite, önemli mağazalar ve bir de avm burada bulunuyor.
Ulusal Müze, girdiğim anda bana gıcıklık yaptı. Öğrenci kartımın uluslararası olmadığını ileri sürerek benden 1 GEL yerine 7 GEL almak istedi. Ama direnip, internetten İngilizce öğrenci belgemi bularak gösterdim. Zorla da olsa 6 GEL’ime sahip çıktım. MüzedeNational Geographic sponsorluğunda hazırlanmış olan bölüm oldukça hoştu. Doldurulmuş hayvanlar, kuş yuvaları, yumurtaları, insan kafatasları insanı sıkmayacak bir şekilde düzenlenmişti. Gürcü tarihi ile ilgili bölümler biraz sıkıyordu, çünkü genel olarak Hıristiyanlık üzerinden anlatılmıştı ve açıklamalar bazı yerlerde gereksiz uzun bazı yerlerde de eksikti. Sovyet Rusya dönemi ve Gürcüler’in bağımsızlık mücadelesini anlatan kısım da mutlaka gezilmesi gereken bölümlerden biriydi bence. 1921 yılında başlayan işgalden 1991 yılına kadar ne mücadeleler ile kurtuldukları dönemden eşyalar ve kurulan dekor ile başarılı bir şekilde anlatılıyordu. Tıpkı Azerbaycan gibi Gürcüler de Rus işgali öncesinde 1918-1921 yılları arasında bağımsız br devlet kurmuşlar.
Şehrin modern sanat müzesi olan MOMA Tbilisi yani Museum of Modern Art of Tbilisi, Zurab Tseretelli tarafından kurulmuş. Zaten müzeye Zurab Tseretelli Müzesi adı verseler daha uygun olurmuş. Geçici sergi dışındaki tüm eserlerin sanırım tamamı bu sanatçıya aitti. “Oprichnaya Book” diye geçici bir sergi vardı. Biraz daha grafik sanatlar üzerine bir sergiydi ve Gürcü alfabesi ile yapılan çalışmaları yabancı birinin anlama şansı neredeyse yoktu. Açıklamalar oldukça yetersizdi. Ülke sanat konusunda halkla bütünleşmeyi başarmış, sokaklar heykeller, grafiti ve duvar resimleri ile dolu. Ancak bu müze gerçekten oldukça yetersizdi.
Sanata devam deyip Kura kenarına doğru inerek Ressamlar ve Antikacılar Pazarı’na ulaştım. Buranın büyük bir kısmı bizim için incik boncuk pazarı gibi dursa da bu kadar el yapımı resimin bir arada satıldığını görünce şaşırıyor insan. Kimisi tezgahında, kimi tellerde asılı resimleriyle, kimisi de taburesini oturmuş yere serdikleriyle parasını çıkarmaya çalışıyordu.
Bu pazardan sonra rastgele sokakta yürürken birden bir Japon grubun bir yere odaklanıp fotoğraf çektiğini gördüm. Karşıma şans eseri Rezo Gabriadze Tiyatrosu’nun saat kulesi çıktı. Ben burayı Avrupa’da bir ülkede sanıyordum. Gittiğim tarihlerde dönemsel olarak kapalı olan tiyatronun sahibi Rezo Gabriadze 2010 yılında bu kuleyi yaptırmış. Enteresan mimarisiyle dikkat çeken kulede günde iki kez “Hayat Döngüsü” adında mekanik bir kukla tiyatrosu sergileniyor.
Kaldığım 15 TL’lik hostelimden pek memnun kalmayınca sabahleyin tüm eşyalarımı toplayıp çıkmıştım. Nasıl olsa akşama kadar bir yer bulurum derken bir anda ne yapacağımı bilemez bir halde buldum kendimi. Ardından turist ofisinin Erivan’a giden ulaşım araçlarının listesini inceleyince son dakika kararıyla Ermenistan’ın başkenti Erivan’a geçme kararı aldım. Özgürlük Meydanı’ndan bindiğim metro ile doğruca Station Square Metro İstasyonu’na gittim. Hemen orada bulunan tren garında biletler numaralı sistemle alınabiliyor. Treni kaçırabilirim düşüncesiyle rastgele bir gişeye attım kendimi, son dakikalarda trene yetiştim. Biraz işkence gibi olan hazırlıksız yakalandığım yolculuğun detayları için tıklayabilirsin.
Tiflis’ten Erivan’a ulaşım araçları ve saatlerini detaylarıyla vereyim:
Gece treni (Station Square Metro İstasyonu’ndan):
Tiflis’ten kalkış: 22.15 Erivan’a varış: 07.25 (Bu tren Batum’dan 15.40’ta kalkıyor.)
Ücret: 93 GEL / 55 GEL / 37 GEL (Sınıfına göre değişiyor.)
Paylaşımlı taksi (Station Square Metro İstasyonu’ndan):
Tiflis’ten kalkış: 09.00 / 11.00 / 13.00 / 15.00 / 17.00 / 00.00
Ücret: 35 GEL (00.00 taksisi 50 GEL)
Süre: 5-6 saat
Rezervasyon: +995 598 571212
Minibus / Minivan (Ortachala Otogarı’ndan (Gulia Caddesi’nde)):
Tiflis’ten kalkış: 08.20 / 10.20 (11.00’den 17.00’ye kadar ne zaman dolarsa)
Ücret: 30 GEL (Minibüs) / 40 GEL (Minivan)
Süre: 5-6 saat
Rezervasyon: +995 577 411044
Paylaşımlı taksi (Avlabari Metro İstasyonu’ndan):
Tiflis’ten kalkış: 09.00 / 11.00 / 13.00 / 15.00 / 17.00
Ücret: 35 GEL
Süre: 5-6 saat
Rezervasyon: +995 592 408800 / +995 593 229554
Tüm ulaşım araçları yaklaşık 1 saat sınır kapısında zaman harcıyor.
Minibüs ve paylaşımlı taksilerin Erivan’daki varış noktası Kilikia Otogarı.
Minibüsler için biletler sadece Ortachala Otogarı’ndan 07.00 - 19.00 arası alınabiliyor. önceden almakta fayda var.
00.00 saatindeki paylaşımlı taksi için en az 3 kişilik grubun hazır olması gerekiyor.
Tren biletleri sadece Central Railway Station’da 07.00 - 23.00 arası satın alınabiliyor.
Comments